İnsan hakları, uluslararası hukuk kaynaklarınca insanın insanca yaşaması için gerekli görülen, vazgeçilemez ve devredilemez haklardır. İnsan haklarının sınıflandırılmasına kılavuzluk eden İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde sağlık hakkı, insan haklarından biri olarak konu edilmiş ve bildirgedeki yerini almıştır.
Anılan maddede, “Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar.” düzenlemesi ile sağlık hakkının çerçevesi çizilmiştir. Bu çerçevede insan sağlığının korunması, toplumca ve devletler tarafından güvence altına alınmalıdır.
Uluslararası düzeyde “sağlık” kavramından ne anlaşılacağına ilişkin olarak, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan “bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik hali” tanımı açıklayıcı ve yeterlidir. Sağlık hakkı ise bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halinin sağlanması, korunması ve geliştirilebilmesi noktasında devletin koruma, yerine getirme ve saygı yükümlülüklerini yerine getirmesi olarak tanımlanabilecektir.
Sağlık hakkı, Anayasa’nın 90. maddesi gereği Türkiye’nin taraf olduğu ve usulüne göre iç hukukuna dahil ettiği uluslararası hukuk kaynakları tarafından düzenlenmiş bir insan hakkı ise de bunun yanında Anayasa’mızda da temel haklardan sayılmıştır. 1982 Anayasası’nın 17. maddesinde, sağlık hakkının dayanağı olan yaşam hakkı “Herkes yaşama hakkına sahiptir.” hükmü ile ifade edilmiştir. Bu hüküm ile yukarıda belirtildiği üzere sağlık hakkının güvence altına alınması amaçlanmıştır.
Sağlık hakkının süjesi “herkes”tir. Cinsiyet, ırk, renk, din, dil, yaş, tabiiyet, düşünce farkı, ulusal veya toplumsal köken, zenginlik gibi farklar gözetilmeksizin ve nerede yaşadıklarına, ne yaptıklarına, nasıl davrandıklarına bakılmaksızın herkes, kanun karşısında eşittir ve yalnızca insan olmaları sebebiyle sağlık hakkına doğuştan sahiptir. Sağlık hakkının, sosyal haklardan olduğuna ilişkin olarak öğretide mutabakata varılmıştır. Nitekim 1982 Anayasası’nın, temel hak ve ödevlere ilişkin kısmının sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler kısmında yer alan 56. maddesinde de, ayrım yapılmaksızın herkesin sağlıklı bir hayat sürme hakkı bulunduğunu işaret eden bir düzenleme yer alır. Anılan hükümle sağlık hakkının vurgulanması amaçlanmıştır. Bu madde aşağıdaki hükmü içerir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
Jellinek’in tasnif metodunu esas alarak bir sınıflandırma yapmamız gerekirse, sağlık hakkının pozitif statü hakları içinde yer aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Pozitif statü hakları, devlete olumlu bir edim yükleyen, hakkın korunması için devletin aktif rol alması gereken ve edimin yerine getirilmemesi halinde devletin sorumluluğuna başvurulan haklardır. Sağlık hakkı da, bu kapsamdaki haklardan olup devletin sağlık hizmetleri konusundaki yükümlülüklerini ve sorumluluklarını konu alır. Devlet, kişinin beden ve ruh sağlığının sağlanması konusunda görevli ve yükümlüdür. Bu görev ve yükümlülüklere göre devlet, gerek kamu kurumları, gerekse özel hukuk kurumları eliyle kişilerin sağlık hakkını korumak ve bu haktan faydalanmasını sağlamak zorundadır
Sağlık hakkının, negatif statü hakları içinde değerlendirmemiz gereken bir yönü de bulunmaktadır. Zira 1982 Anayasası devlete, yaşam hakkına zararlı faaliyetlerin engellenmesi görevini yükler. Kişinin sağlığını sürdürebilmesi için devletin aktif çaba göstermesi yanında, sağlık hakkını ihlal etmeme yükümlülüğünün yanında, ihlal eden unsurlara engel olma yükümlülüğü de bulunması ile sağlık hakkının negatif statü hakları içinde değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. (Sağlık hakkının, negatif statü hakları içinde değerlendirilebileceğine örnek olarak, işkence yasağı ve rızaya dayanmayan tıbbi müdahalelere engel olma gösterilebilir.) Özetle, devletin sağlık hakkını koruma, saygı duyma ve gereğini yerine getirme ödevleri vardır.
Sanayi Devrimi ile birlikte sermayesi her geçen gün artan burjuva sınıfının fabrikalarında, çok kötü koşullarda çalışan ve sürekli büyüyen işçi sınıfı ile burjuvazi çatışmasının sonucunda, 1848 Devrimleri sonrasında hazırlanan çeşitli pozitif hukuk metinlerinde klasik hakların yanında “ikinci kuşak haklar” olarak da bilinen yeni düzenlemelere yer verilmiştir. Yeni düzenlemelerde, klasik haklar (örn. yaşam hakkı, birinci kuşak haklar) yanında sosyal ve ekonomik hakların (örn. sağlık hakkı, ikinci kuşak haklar) da korunması gerektiği vurgulanmıştır.
Sağlık hakkı, kişinin maddi ve manevi varlığı ile vücut bütünlüğünü kapsayan, yaşam ve vücut bütünlüğü ile sıkı bir bağlantı içinde olan bir kavramdır. Kişinin vücut bütünlüğünün ve ruh sağlığının korunması, sağlık hakkı kapsamında olup maddi ve manevi bütünlüğünün geliştirilmesi için devletin aktif çaba göstermesi gerekir. Aksi halde devlet, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ve geliştirilmesine ilişkin görevini yerine getirmemiş olur; o halde sağlık hakkının yerine getirilmemesinden devletin sorumlu tutulması gündeme gelebilecektir; çünkü hakların somut olarak gerçekleştirilmesi, devletlerin haklara saygı göstermesine, insan haklarını korumasına ve gerektiğinde pozitif yükümlülükte bulunmasına bağlıdır.
Günümüzde birinci kuşak hakların gerçekleşmesi için ikinci kuşak haklara ihtiyaç duyulmaktadır. Bir başka deyişle birinci kuşak hakların yerine getirilmesi, devlete yüklenen pozitif yükümlülükler ile mümkün hale gelmiştir. Ancak bu durum, insan haklarının bölünmezliği ilkesi gereği, haklar arasında bir hiyerarşinin varlığı olarak anlaşılmamalıdır. Örneğin sağlık hakkı ihlal edildiğinde, doğrudan yaşam hakkı da ihlal edilmiş olacaktır. İzmir avukat , bu alandaki hak ihlalleri konusunda profesyonel destek sunabilirler.